- Anlamak ancak bilgiyle mümkündür. İnsan da kendini bilmeye başladıktan sonra hiçbir şey bilmediğini fark etti. O gün bugündür evreni ve kendisini anlamaya çalışıyor. Ancak bilmeden anlamak olmaz.
- Öte yandan her anlama aynı zamanda bir yanlış anlamadır demişti Humboldt. Tarih, insanın bilme konusunda ilerlediği ama anlama konusunda gerilemesinin tarihidir.
- Tarım devriminden önce insan, bilgiyi arıyordu, ortaçağda bulduğunu sandı, aydınlanma sonrası buldu, şimdiyse
- Şimdiyse bulduklarından kurduğu dolambaçlı yollar arasında kaybolmakla, sonra yolunu şaşırmakla meşgul. Önceki çağlarda cehalet bilgisizlik demekti, şimdiyse yanlış bilgi demek.
- Bu çağdaki insanın durumu, aç gözlülükle bulduğu her şeyle kucağını dolduran bir adama benzetilebilir: sonsuz tatminsizlik. Kucağına alamadığı ve tabii ki (kaçınılmaz olarak) kucağından düşürüp kaybettiği şeylerin eksikliği.
- İşin kötü tarafı şu ki kucağında taşıdığı şeylerin mi, kucağına alamadığı şeylerin mi yoksa kucağına alıp da düşürdüğü şeylerin mi daha değerli olduğunu bilemiyor insan. Bu çağda bir şeyi bilmekten daha önemli olan, neyi bilmemiz gerektiğini bilmek.
- Bence, antik çağlarda insan bilme konusunda samimiydi. Gerçekten bilmiyordu, bilenler bilmeyenlerden daha azdı. O çağların cahili de bilgini de mütevazıydı. Bilginin ve bilenin tartışmalı çokluğunun olduğu günümüzde bilmek zorlaşırken biliyor görünmek kolaylaşmıştır. Bu çağın cahilini tanımlayan nitelikler inatçılık, kendini beğenmişlik ve samimiyetsizliktir.
- Cahiller her çağda kendini beğenmiştir zaten. Değişen şey, onların bu çağda her zamankinden daha çok beğeniliyor oluşu!
- Aslında kendini beğenmek, hiçbir gerekçe ve niteliğe ihtiyaç duymadan kendini beğenmek, (ukalalık) bu çağın erdemlerinden. Dolayısıyla cehalet buradan da besleniyor. Bazıları bu yaygın durumu narsisizm kültürü diye adlandırıyorlar. Cehalet ve narsisizm, dinlemeyi ve öğrenmeyi sevmiyor, okumaya üşeniyor, öğretmen ve aydın karşısında komplekse kapılıyor. Dayanışmalarına temel oluşturan mekanizma, budur.
- Peki ya samimiyetsizlik?
- Samimiyetsizlik, yalnızca bilgi söz konusu olduğunda akla gelen bir nitelik değil, bu çağın ayırt edici niteliklerinden. Domates konusunda ne kadar samimiyetsizlik varsa bilgi ya da insan konusunda da o kadar samimiyetsizlik var.
- Yani, insan bozulunca her şey bozuluyor.
- Aslında bu kaçınılmaz bir paradoks belki de: insanın doğadan uzaklaştıkça kendine de uzaklaşmasının bir parçası. Başlangıçta bilgi, doğayı anlamak, ondan yararlanmak ve onunla işbirliği yapmak içindi. Öğrenme isteğinin, merakın samimi olması, onun ihtiyacı karşılamasından.
- Ne var ki, bilgi kitapta durduğu gibi durmuyor işte! Bir kez onu elde eden, bilgiyi farklı amaçlar için de kullanabileceğini öğreniyor. Giderek bilen kişi olmak, bilginin kendisinden daha değerli hale geliyor. Sonraki adım, biliyor görünmenin gerçekten bilen kişi olmanın yerine geçmesi.
- Bu noktada samimiyetsizliğin çıkış noktasının da günümüzdeki çoğu sorun gibi kastlaşma, sınıflı toplumlar haline gelme süreci olduğunu söylersek yanlış olmaz. Eşitsiz bir dünyada bilgi de her şey gibi gücün ve iktidarın yanındadır. Böylece yalnızca güçlü olmak bilgiye sahip olmak ve onu maniple etmek imkanı veriyor. Bu durum bir kez fark edilince güç istenci salt-bilme istencinden önce gelmeye başlıyor.
- O halde bilgi elde etmenin samimi ve doğal erekleri olan kendini dönüştürme, bilinmeyenden bilinene gitme, karmaşık gerçekliği çözme ve kendi yolunu bulmanın yerini, güçlü olma isteği için gereken bilgiyi bulma alıyor. Yani dünyanın kuralları içinde yaşayabilmek için gerekli araçlar, bilginin asıl amacının (doğal merak) önüne geçmiş oluyor.
- Yani insan, aslında daha önce bulduğu anlamı mı arıyor günümüzde, yoksa başlangıçtan beri aradığı anlama ulaşmaya mı çalışıyor, çaresizce?
- Doğal ve kesin olan aramak, elbette. Aramak, bulmanın kuşku götürür oluşundan ötürü, daha hakikidir. Bilgi ile anlamak arasındaki zorunlu bağlantı ve örtüşmezlik, yani sürekli anlam arayışı hayatın zorunlu olarak tek anlamıdır.
- O halde, anlamı bulan ama artık aramayan (dolayısıyla halihazırda hayatı yanlış anlıyor olan) kişinin durumu saçmadır. Eğer bütün yaşamsal eylemliliğini bu temel üzerine inşa etmişse mesela ölümsüzlüğe inanıyor ya da öldükten sonra ölümsüz bir yaşamın varlığına inanıyorsa anlamsız bir hayat sürüyor demektir. Buna karşılık ne durumda olursa olsun anlam arayışından, yani bilme istencinden kopmayan biri yaşıyor demektir; ne durumda olursa olsun
- Yani anlamamak ayıp değil, anlamaya çalışmak ve anladığına inanmak ayıptır!
- Evet, inanç; özgürlüğün, felsefenin, düşüncenin ve anlamın düşmanıdır. Cehaletin büyük ve gösterişli adıdır inanç