Merhum Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendi, 1892 yılında Adana’da dünyaya geldi. Babası Ramazanoğulları’ndan Mücteba Bey, annesi ise Ümmü Gülsüm Hanım’dır. Sami Efendi Hazretlerinin büyük dedesi Abdülhadi Bey’in tespit ettiği aile seceresine göre Ramazanoğulları, Oğuz boyunun Üçok kabilesinden gelmekte ve Hz. Halit bin Velid (r.a.) ile de bağlantısı olduğu anlaşılmaktadır.
İlk, orta ve lise tahsilini Adana’da, yüksek tahsilini ise Daru’l Fünun Hukuk Mektebini birincilikle bitirerek yaptı.
Zahiri ilimleri devrin ulema ve müderrislerinden aldıktan sonra, sıra manevi ilimlere ve batının imarına gelmişti. Suluk ettiği tasavvuf yoluna, Nakşi tekkesi Gümüşhaneli dergahında erbein ve rizayatla meşgul olarak devam etti. Daha sonra Kelami dergahında Erbilli Esat Efendi’ye intisap etti. Kısa sürede kemalat makamına ulaşarak irşatla görevlendirildi. Bir müddet daha mürşidi Es’ad Efendi’nin yanında kaldıktan sonra memleketi Adana’ya irşadla görevli olarak gitti. Tekkelerin kapatılmasından sonra Adana’da Cami-i Kebir’de vaaz ve hususi sohbetlerine devam etti. Babasından ve ailesinden kendisine intikal eden büyük servete hiç dokunmamış, geçimini sağlamak için bir ticarethanenin muhasebesini tutmuştu. Hac yolunun açılması ile, ilk defa 1946 yılında hacca gitti. 1951 yılında İstanbul’a geldi. 1953 yılı hac dönüşü Şam’a yerleşti. 9 ay sonra tekrar İstanbul’a geldi. Erenköy Zihnipaşa Camii’ndeki vaaz ve hususi sohbetlerine devam ederken, eşi Valide Hanıma “İstanbul’a tekrar geldik ama gönlümüz Medine’de atıyor. Ahir ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz.” diyordu. İstanbul’daki vaaz, irşad ve sohbetlerinden feyz alan fakir-zengin, tahsilli-tahsilsiz, esnaf-işçi, memur, amir, tüccar-fabrikatör binlerce insan istikamet bulmuş, adeta yeni bir nesil yetişmişti.
1957 senesinde Eyüp Sultan’dan kabir yeri almayı teklif ettiklerinde, “Herkesi arzusuna bıraksalar biz Medine’yi, Cennetü’l Baki’yi arzu ederiz.” demişlerdi. Nihayet 1979 yılında kalbindeki Muhammedi aşk O’nu Medine’ye hicrete mecbur etti.
Ömrünün son günlerinde yaşadığı acılı, sancılı hastalık, yüzündeki tebessümü hiç kaybettirmedi. Nitekim 12 Şubat 1984 Pazar günü saat 04.30’da Medine’de rahmet-i Rahman’a kavuştu. Cennetü’l Baki’ye defnolunan Ramazanoğlu Mahmut Sami rahmetullahi aleyh, yaşarken mücavir olduğu Rasulullah’a, vefatında da mücavir oldu. Cenab-ı Hak, bizleri ahirete göçen kutup yıldızı mesabesindeki mürşid mükemmillerin dünyada istikametinden ahirette şefaatinden, mahrum etmesin.
Şekil ve şemâili
Merhum Ramazanoğlu Mahmut Sami Efendi uzuna yakın orta boylu, nahif bedenli, buğday tenli, seyrek sakallı, kıvırcık saçlı, ela gözlü, mücessem bir nur heykeliydi. Mehabetinden yüzüne bakmak, hele göz göze gelmek kabil olmazdı. Temiz ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı geçmezdi. Saçlarını ya tamamen kestirir veya kulak memesine kadar uzatırdı. Bütün bunlar sünneti seniyyeye bağlılıklarındandır.
Edebi
Sami Efendi, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek ve O’nun müşahedesi altında bulunduğu duygusuna sahip olmak anlamına gelen ihsan duygusu içinde yaşamıştı. Hayatında hiçbir zaman zaaf ve hafiflik görülmemişti.
“Edeb bir tâc imiş nur-i hüdadan,
Giy ol tâcı emin ol her beladan.”
beytini okuyarak kendi yaşadığı edebi anlatırdı. Daima diz üstü oturmayı tercih eder, Kur’an okunurken kanepe veya koltukta da oturuyor olsa hemen yere diz çökerdi. Halim, selim, yumuşak ahlaklı, melek sıfatlı idi. Yerine göre gayet cesurdu. Yüzleri mütebessim olmasına rağmen içleri daima hüzünlü ve düşünceli idi. Kimseye kızmaz, kimseden kırılmaz, karşılık beklemezdi. Kendisini seven ile yeren nazarında müsavi idi.
Cömertliği bir kelime ile anlatılabilir: “Vermek, vermek, gene vermek.” En büyük zevki ahlakı ile ahlaklandığı Fahr-i Kainat Efendimiz gibi kendine gelen herşeyi büyük bir zevkle dağıtmaktı.
Güneş gibi, okyanuslar gibi sehavet ve merhamet merkezi idi. Müracaat eden kimse eli boş dönmezdi. Tevazuu, tarife sığmazdı. Herkesi kendinden üstün görürdü. Herkesin horladığı, küçük ve hakir gördüğü miskinlerin ziyaretine gider, kendilerinden dua talebinde bulunurdu.
Sohbetlerinde nefs düşmanının insana kurduğu tuzaklardan bahseder, nefislerin tehlikesinden korunabilmek için şu tavsiyelerde bulunurdu:
1- Açlık ve az yemek yiyerek oruca devam etmek.
2- Az uyuyarak, teheccüde devam etmek.
3- Huşu ibadete, manasını düşünerek Kur’an okumaya devan etmek.
4- Zikri daim içinde bulunmak.
5- Salih ve sadıklarla beraber olmak.
Sami Efendi Hazretleri, daima huzuru ilahide bulunduğu her nefesin son nefesi olabileceği düşüncesiyle daima abdestli bulunmaya ve abdest üzerine abdest almaya büyük itina gösterirdi.
İrşad üslubu
O’nun irşaddaki usulü nebevi idi. İnsanların kusurlarını yüzüne vurmaz, hatalarından dolayı onları azarlamaz, hele nefsi için hiç kızmazdı. İrşadda en geçerli üslup, örnek olmaktı.
Önce nefsinde yaşar, kimseye açıktan şunu yap, şunu yapma demez, bunu ihsas ettirmeye çalışırdı. Hiç kimseye “Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl, sakal bırak, sarık sar, cübbe, şalvar giy.” gibi emirler vermezdi. Hatta dikkat çekecek, riya olacak, fitne uyandıracak şeklî işlerden özellikle kaçınırdı. Ancak helal kazanç, faize bulaşmama konularında yakınlarını, samimi bulduklarını açıktan uyarırdı.
SEVENLERİNİN DİLİNDEN MAHMUT SAMİ EFENDİ
Gönenli Mehmet Efendi
“Sami Efendi, bu ümmetin en büyüğü idi. Başka ne söylenirse boştur.”
Seyyid Şefik Arvasi
“Fakir, çok ehlullah ile sohbette bulundum. Fakat size karşı istisnai çok derin bir sevgim var.”
Seyyid Muhammed Mekki
“Şam’da bir tedhiş devresinde idik. Buna rağmen bir ilim meclisinde, en şecaatli, cesaretli konuşmayı bu büyük Allah dostu yapmıştır.
O bakımdan ben bu zâtı can-ı gönülden sever ve kendilerine hürmet beslerim.”
Abdülvehhab es-Selâhi
“Şam ehlüllah diyarıdır. Ben bu mübarek zatı daima derin bir hayranlıkla temaşa ederim. Sebebi ise bütün güzel sıfatları üzerinde toplayan bu zât kadar Ebu Bekir es Sıddık meşrebinde bir insan görmedim.”
Muharem Harrânî
Şam’da 1965 senesinde hacca giden bir topluluğa şunları söylüyordu: “Siz Mahmut Sami Efendi’yi bilirsiniz. Ben arzı tanırım. Şarka, garba, kuzeye ve güneye bakıyorum. Bu üstaz gibi Muhammediyyü’l meşreb bir veli kimseyi göremiyorum. Bu zat asırlar içinde ender görülen bir yüce zâttır. Kadir ve kıymetini biliniz.”
Bekir Hakî Efendi
“Bu zenginleri saatlerce diz üstü sessizce oturtmak, Boğaz’dan gelen bir gemiyi Saray Burnu’nda bağlamaktan daha zordur. Bizler bu işi yapamayız. Bunu ancak Sami Efendi yapabilir.”
Mâhir İz Hoca Efendi
Gördüğü bir rüya üzerine muhıbb ve bağlıları arasına katıldığı H. Sâmi Efendi Hazretleri hakkında "O Hazreti Sami'dir. Biz devri pâdışâhîden beri neler gördük, fakat böylesine tesadüf etmedik" diyordu
Ali Yakub Hoca Efendi
"Takva bâbında bütün evsâfıyla selef-i salihin zâhid ve âbidlerini andıran bu zatın kemâlât-ı mâneviyesi hakkında söz söylemek bizim gibi naçîz bir abdı acizin kârı değildir."
Esad Erbilli Hazretleri
"Yeryüzünde melek görmek isteyen Sami evladımızın yüzüne baksın. Sami evladımın edebine melekler gıpta ederler. Mahviyeti benden fazladır.''
Konya’daki bir konferansı sonrası Necip Fazıl:
“Sami Efendiyi tanırım.İki kere elini öpme şerefine erdim. Sami Efendi gökten inen taze yağmur gibidir,idrofilli pamuk gibidir, yaralara konur, tedavi edilir.”
Yerlerine Merhum Muhterem Ârif-i Billah Musa Topbaş Efendi Hazretleri geçmiştir.
Silsile-i Şerif
Hâlık-ı arz u semâya eyleriz hamd ü senâ
Ahmed-i Muhtâr'ı kıldı âleme nûr-ı hüda
Hazret-i Sıddîk u Selmân, Kâsım u Ca'fer gibi
Eylemiş neşr-i hakîkat Bâyezîd-i reh-nümâ
Bü'l-Hasen zât-ı mükerrem Bû Ali kân-ı kerem
Yûsuf-i vâlâ-şiyem sâlâr-ı ceyş-i asfiyâ
Hâce Abdü'l-hâlik oldu Ârif ü Mahmûd'a pîr
Şeyh Alî, Baba, Külâl etti cihânı rûşenâ
Vâris-i taht-ı tarîkat şâh-ı âlem Nakşbend
Eyledi Hâce Alâu'd-din'i halka pîşuvâ
Oldu Ya'kûb'e Ubeydullâh-ı Ahrârî halef
Hazret-i Zâhid'le geldi âleme zevk u safâ
Nûr-i ceşm-i ma'rifet Dervîş Muhammed, Hâcegî
Feyz-i Bâkî'le cihân-ı ma'nevî buldu bakâ
Hazret-i Ahmed müceddid Urvetü'l-vüskâ olup
Şeyh Seyfü'd-dîn ü Seyyîd Nûr'a nûr-ı i'tilâ
Şâh-ı Mazhar şâh-ı Abdullâh-ı pîr-i Dehlevî
Hazret-i Hâlid'le oldu kalb-i sâlik pür-zıyâ
Seyyid-i âlî-neseb Tâha'l-Hakkarî'den sonra
Pîrimiz Tâha'l-Harîrî oldu kutbi evliyâ
Eyleriz arz-ı dehâlet dergeh-i sâdâta biz
Es'ad u ihvân-ı dîne mağfiret kıl ey Hudâ
Sâmî dostun hürmetine ey Cenâb-ı Kibriyâ
Cümle ihvânı cemâlinle Cinânda kıl beka
Feyz-i Carî Hazret-i Musâ ki, ol sahib vefâ
Pek sahî Hayrü'l-Halef Osman Nuriyy-î pür hayâ
Ve sallellahu alâ Seyyidina Muhammedin Nûr'in Nûr
Sübhânel Meliki'l-Azizi'l-Kadir'il-Gafûr